Cevap Gönder  

Aktif Üye
Aktif Üye
 
Yaş: 62
Kayıt: 19.10.2006
Mesajlar: 130
blank.gif
 NASIL BİR DİYET???
 Pts 11 Arl, 2006 20:55
Alıntıyla Cevap GönderSayfa SonuBaşa dön

GİRİŞ

Öncelikle şunu ifade etmek istiyorum.Bu yazıların bu akşam buraya alıntılanma sebebi çok âşina olduğum,
isimlerini bile sevdiğim iki üye arkadaşımın sıkıntılı hâlleri
oldu.

İlkokul yıllarımda bir şarkı öğretmişlerdi bize,öğretmen olan arkadaşlarımız bilecek, hatırlayacaklardır belki..
İçim bir buruk olur onu hatırladığımda:

"Orda bir köy var uzakta
O köy, bizim köyümüzdür.
Gitmesek de, görmesek de
O köy, bizim köyümüzdür.."

Bu okul şarkısı geldi bu akaşam yürüyüşümde aklıma sizleri taktığım, ne yapıp da az faydalı olabilirim?? diye düşündüğümde..

"ORDA BİR DOST VAR UZAKTA.."
diye başladım.
Sayfaya uğramasam da, yazılar yazmasam da "diyet kardeşim" deyip, benimsediğim insanlar..
Sıcak, sevecen, paylaşımcı, güzel yürekli!..

Ben bu siteye bu anlamda daha farklı bir gözle bakmış, için için sevip takdir etmişimdir de..
Bunları bir dile getireyim istedim.

TUNA, KARPUZZZ ve ümitsizliğe düşmüş bütün arkadaşlarım..
Öncelikle aşağıdaki yazıları dikkatlice okuyunuz..
Sonra, bu konuda sizinle konuşacağımızı umarım.

Bir tek şey rica ediyorum sizden, şunu hiç unutmayınız,
bir vakitler benim ümit kaynağım olmuştu bu dizeler,
şimdi size ümit olmasını, ilham olmasını yürekten diliyor,
sizleri seviyorum.

Kıraç' tan..

"Bütün geceler mecbur varır sabaha
Ümidin kaybedip, pes etmek olmaz!.."

"Acı olmayınca tatlı da olmaz!.."

Başak..

NASIL BİR DİYET? ***
Nasıl bir diyet?

Bu yazı, Ankara Kwani Derneği'nin

davetiyle, ..........'in Kasım 2003'te

Ankara Sheraton Oteli'ndeki

"Yaşam Kalitesi" sunumundan

derlenmiştir.



Funda Sarısoy
Beslenme Uzmanı/ ..........


Obezite, diğer adıyla şişmanlık, vücutta sağlıklı miktardan fazla yağ depolanması ile ortaya çıkar. Günümüzde gelişmiş ülkelerin pek çoğunda, özellikle de Amerika'da, yetişkinlerde en önemli sağlık sorunları arasında ilk sıralarda yer almaktadır.

40-44 yaş arası bireylerde yapılan araştırmalar; normal kilonun % 20 üstündekilerde, normal kilodakilere göre ölüm oranı % 30-40 daha yüksektir. Yine aynı yaş grubunda, normal ağırlığın % 40 üstündekilerde ise; ölüm oranı normallerin 2 katına çıkmaktadır.
Peki şişmanlık neden kaynaklanıyor? Bu sorunun birden fazla cevabı var. Hatta son dönemlerde bir şişmanlık virüsünden bile bahsedilmeye başlandı. Ama ben özellikle dört temel neden üzerinde durmak istiyorum.

Beslenme Bozuklukları: Şişmanlığın bir diğer tanımı "alınan enerjinin, harcanan enerjiden fazla olması"dır. Bu durumda aşırı ve dengesiz besin tüketimi, enerji dengesini aleyhimize döndürecektir.

Hareketsizlik: Fiziksel aktivitenin vücut ağırlığı üzerine olumlu etkileri vardır. Hareketlilik, harcanan enerji miktarını arttırdığı için, az önce bahsettiğimiz enerji dengesinin lehimize işlemesine yardımcı olacaktır.

Psikolojik Sınıntılar: Psikoloji sorunları bazen fazla yeme, bazen de beslenmenin tamamıyla reddi şeklinde karşımıza çıkabilir. Bu da beslenme davranışları ve metabolizma üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır.

Metabolik ve Hormonal Sorunlar: Maalesef metabolizma hızımız, yaşla birlikte yavaşlamaktadır. Ayrıca vücudumuzda metabolizma hızına etki eden bazı hormonlar vardır. Bu hormonların işleyişinde bir takım sorunlar, yağlanma ve şişmanlığa yol açar.
Günümüzde insanlar şişmanlık sorunundan kurtulmak için yüklü paralar harcıyor. Özellikle davranışlarında yaşam boyu kalıcı değişiklik yapmayı göze alamayan kişiler için, hızlı kilo verme fikrinin dayanılmaz bir çekiciliği var. Uygulanan "mucize" zayıflama programlarındaki başarısızlığa karşın, kolay ve hızlı kilo verme ümidiyle bir başka "mucize" denenmektedir. Sonuçta boşa harcanan paralar, tekrar tekrar alınan kilolar, başarısızlık hissi ve sağlığa verilen zarar. Hatta fazla kilolarımızdan kurtulmak için uyguladığımız diyetler, çoğu zaman verdiğimiz kiloların bize iki misli olarak geri döndürür. Moda diyetleri sürekli deneyenlerde kilo kontrolü çözümlenemeyen, kronik bir hastalığa dönüşmektedir. Demek ki bir yerlerde hata yapılmaktadır.


Peki doğru diyet hangisi?
Öncelikle uygulayacağımız beslenme programının bize uygunluğunu sorgulamalıyız. Ben de size bu akşam bir beslenme programından neler beklememiz gerektiğinden bahsedeceğim.

Bir beslenme programı tamamıyla kişiye özel olmalıdır. Çünkü herkesin zevki ve ihtiyacı farklıdır. Bu nedenle uygulanacak program kişinin sadece yaşına, kilosuna, boyuna, cinsiyetine değil; hareketliliğine, sosyal ve iş yaşamına hatta ekonomik ve kültürel durumuna, sevdiklerine ve sevmediklerine göre düzenlenmelidir.

Beslenme, sağlığı doğrudan etkiler. Bu yüzden program uygulanırken ve uygulandıktan sonra, kısa ve uzun vadede, sağlığı olumsuz etkilememelidir. Çoğu insan, sağlıklı ve dengeli beslenmenin başka, diyetinse bambaşka şeyler olduğunu zanneder; sağlıklı ve dengeli beslenerek zayıflanabileceğine inanmaz. Oysa kalıcı zayıflama ancak bize özel, sağlıklı ve dengeli bir beslenme alışkanlığının kalıcılığıyla mümkündür.

Uygulayacağımız diyet, sadece kilo verdirmemeli, verdiğimiz kiloların kalıcılığını da garantilemelidir.

Hızla verilen kiloların çoğu kas ve sudur.
Bazılarınız, zayıflamak için açlığın iyi bir başlangıç olduğunu düşünebilir. Halbuki gerçek, genellikle bunun tersidir. Ani bir gıda azalması vücudumuzdun milyonlarca yıllık "kıtlığa karşı önlem" mekanizmasını tetikler. Ortanizma, enerjisini daha tasarruflu harcamaya başlar. Her besin öğesini, ileriye yönelik bir tedbir olarak- normal zamanlardaki oranların üstünde- yağa dönüştürüp depolamaya başlar. Burada asıl korkutucu olan; yağ dokusunun kolay depolanması, buna karşılık zor yakılmasıdır. Ve bu süreçte, çok kolay kaybettiğimiz kas dokusunu da bu kadar kolay geri kazanamamaktayız. Tekrar tekrar açlık rejimlerine, moda diyet listelerine inanlar her denemenin sonunda biraz daha yağlı ve biraz daha kassız ve besinleri daha kolay yağa dönüştüren, fakat daha tasarruflu yakan bir vücutla baş başa kalırlar. Sağlıklı ve kalıcı kilo kaybının en önemli göstergesi, kilonun değil, vücuttaki yağ oranının azalmasıdır.

Bir zayıflama programı Pazartesi başlayıp, gelecek veya öteki Salı bitemez. Doğru diyet, hayatımızın sonuna kadar devam ettirebileceğimiz, davranış değişiklikleri ile kalıcı bir hale gelen sağlıklı ve dengeli beslenmedir. Sonuna kadar onunla yaşayacağımıza göre beklentilerimizi ve zevklerimizi tatmin etmelidir. Her zaman her koşulda uygulayabilmemiz için, çeşitli alternatifleri içermeli ve bu alternatifler arasında kendi kendimize karar verebilme yetisini kazandırmalıdır.

Zayıflarken, vücudumuzun da normal işlev gösterebilmesi için gerekli enerji ve besin öğeleri bakımından ihtiyacı karşılanmalıdır. Çünkü her besin öğesinin, vücudumuzda etkilediği ettiği mekanizma farklıdır. Birindeki yetersizlik bir diğerinin çalışmasını olumsuz etkileyecektir. Mucizevi besin ya da ilaç yoktur. Tek tip bir besinle ve yahut da tek bir besin grubuna dayalı diyetlerle sağlıklı ve kalıcı zayıflamak mümkün değildir. Bir beslenme programı çeşitliliği ve dengeyi sağlamalıdır.

Belki de zayıflamaya çalışırken en çok sıkıntı çektiğimiz konu; sevdiğimiz şeylerin yasaklanmasıdır. Şunu soruyu cevaplamanızı istiyorum: "Yasaklı olduğunu düşündüğünüz besinleri hayatınızdan ne kadar süre uzak tutabilirsiniz?" İnanın hayatınızın sonuna kadar değil. Ayrıca tamamen kısıtlı bir diyet, besinlere olan isteğimizi arttırabilir ve düşkünlüğümüzü daha da körükleyebilir. Önemli olan o besinler de hayatınızda varken nasıl dengeleyebileceğinizi öğrenerek zayıflamanızdır.

Sonuç olarak; eski davranışlarımızı gözden geçirerek, yanlış olanları çıkarıp, değiştirip geliştirebileceğimiz bir yaklaşımla fazla kilolarımızdan kalıcı ve sağlıklı bir şekilde kurtulabiliriz. Davranışlarımız değişmedikçe verilen kiloların geri dönmesi kaçınılmazdır.
Bunun kolay olduğunu kimse söyleyemez. Davranışlarımızı birden değiştirmek, eskilerinin üstüne hemen sünger çekmek. Ama bir yerlerden başlayacaksak, kendimize inanmalı, sabırlı olmalı ve profesyonel yardım almalıyız.



Yemek ve duygularımız:
Bitmeyen aşk ve nefret hikâyesi
Psikolog Seren A......

Fizyolojik acıkma- duygusal acıkma
Yeme isteğimizin basit olarak iki sebebi vardır; fizyolojik ve duygusal.

Fizyolojik acıkmada temel amacımız hayatta kalabilmek için beslenmektir. Bedenimizi sağlıklı ve zinde tutmamız da fizyolojik beslenmeyle mümkündür.

Fakat bazan yeme isteğimiz sadece duygularımızdan kaynaklanır: Öfkemizi dindirmek, üzüntümüzü gidermek, can sıkıntısından kurtulmak için yeriz. Mutluluğumuzu paylaşmak, kutlama, eğlenme ve kendimizi her hangi bir nedenden ötürü ödüllendirmek için de yemeği kullanırız. İşte, acıkmanın değil de duyguların tetiklediği bütün bu davranışlar "duygusal yeme" etiketini taşır. Duygusal yeme, hemen hepimizde vardır ve farkında olmasak da yaşantımızda önemli yer tutar.

Sofraya fizyolojik acıkmayla otursak da, doyduğumuz halde çeşitli bahanelerle yemeye devam etmemiz de duygusal yemedir. Ne yediğimiz, ne miktarda ve ne sıklıkla yediğimizi kısmen dış faktörler belirler ama iç sebeplerin etkisi daha derin ve daha uzun sürelidir. Duygularımız, toplumun fiziksel görünüme verdiği önem, söz ya da davranışlarla vurgulanan standartlar ile bizim bütün bu etkilere karşı tutumumuz, yemenin bizim için bir sorun haline gelip gelmeyeceğini belirleyen önemli faktörlerdendir.

"Kilo almışsın"- "Ne kadar da zayıflamışsın!"- Sevgi ve üzüntü sözcükleri
Pek çoğumuz, aynı kiloda olsak bile, karşılaştığımız bir yakınımızın "kilo almışsın" sözünün etkisinde kalıp -gerçek olmamasına rağmen- yediklerimizi kontrol altında tuttuğumuzu fark etmişizdir. Ancak, yine aynı kiloda olsak da, karşımızdaki kişinin "ne kadar zayıflamışsın" sözü ise bütün günümüzü mutlu geçirmemizi sağlar!

Kilo ve yeme ile aşırı ilgili olmak ve kilomuzu yaşamımızın en önemli sorunu haline getirmemiz hem ruh sağlığımızı hem de toplumla ilişkilerimizi olumsuz etkiler; kendimizi algılayışımız bozulur. Aldığımız kalorileri hesaplar, başkaları ne derse desin, kendimize göre "fazla" yediğimizi düşünür düşünmez hemen yediklerimizi telafi yoluna gideriz. Telafi güdüsüyle en sık yapılan hatalar arasında; öğün atlama ("akşam yemem olur biter"), aşırı egzersiz yapma (kontrolsüz, sağlıksız egzersizler gibi), sürekli soda, zayıflatıcı çaylar, tabletler ve bunlara benzer sağlığa zararlı maddeler kullanma sayılabilir. Bu git-geller tekrarlandıkça, başkaları sağlığımızı tehdit edecek kadar zayıf olduğumuzu söylese de, kilomuzdaki en ufak artış bizi paniğe sokar, kendimizi "şişman" hissederiz. İyice zayıflamak için de ya kendimizi aç bırakır ya da çok az miktarda yeriz.

Aşırı yeme- ve tam tersi, yiyememe
Bütün bunların yanı sıra, çok fazla miktarda yiyeceği kısa sürede silip süpürdüğümüz, tıkınırcasına yemek yediğimiz "aşırı yeme" dönemleri de olabilir. Üzgünken ve stres altındayken yeme davranışlarımızı yönetmek daha da zordur. Bizi rahatsız eden duyguları köreltmek, uyuşturmak için yeriz. Aç ya da tok olduğumuzu umursamadan, aşırı miktarda yer, midemizi sonuna kadar doldururuz. Bu aşırı yeme sırasında kendimizi asla durduramayacağımız korkusuna kapılırız. Ancak, bütün bu yediklerimizden ve yediklerimizle birlikte içimize dolan suçluluk, pişmanlık, başarısızlık ve özgüven kaybından kurtulmak için kendimizi kusmaya zorlayarak ya da idrar söktürücü ve müshil benzeri ilaçlar (laksatif) kullanarak içimizdekileri çıkartma yoluna gidebiliriz. Kendimizi köşeye sıkışmış ya da tuzağa düşmüş hissedebiliriz. Hatta bu durumla başa çıkabilmenin başka bir yolunu bulamadığımız için utanç duyarız. Diğer insanlardan uzaklaşırız ve giderek artan yalnızlığımız çekici ve sevilebilir olmadığımızı bize bir kez daha kanıtlar.

Sağlıklı yeme alışkanlığı nasıl kaybedilir?
Peki, yeme alışkanlığı nasıl bozulur? Bunun tek ve kesin bir yanıtı yoktur. Yaşayan her insan kadar farklı düşünce ve duygu yapısının bulunduğunu hatırlarsak, kültür ve yetişme tarzı da işin içine girince ne kadar karmaşık bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu anlayabiliriz.

Zayıf olmanın kişinin değerini etkilemediği toplumlarda, yeme bozuklukları yok denecek kadar azken, zayıf olmanın pekiştirildiği toplumlarda yeme sorunlarının görülme oranı artmaktadır. Mankenlik, balerinlik gibi zayıf olmayı gerektiren mesleklerin yaygınlık ve popülerlik derecesi de toplumlardaki yeme bozukluğu sıklığını etkilemektedir.


"Manken gibi olmak"
Şimdi birkaç saniyeliğine bu yazıyı okumayı bırakın ve düşünün; niçin zayıflamak istiyorsunuz? Haydi itiraf edelim; pek çoğumuz ilk anda sağlıklı olmak ya da sağlıklı kalmak için değil, aynada "görmemiz gerektiğine ikna edildiğimiz görüntü"yü göremediğimiz için, yani estetik kaygılarla zayıflamak istiyoruz. Zaten gazete, dergi, radyo ve televizyon reklamları da bunu destekliyor; ısrarla dış görünüşümüzdeki hataları düzeltmemiz için uğraşıyor, kusurlarımızı yüzümüze çarpıyor. İnternette gezinirken bile başarılı ve mutlu bir kadın ve erkeğin nasıl olması gerektiği her an vurgulanıyor; erkekler uzun boylu, kaslı ve güçlüdür, saçları kolay şekle girer; dişleri beyaz, kalçaları düzgün ve karınları gergindir. Sürekli gülümserler, tertemizdirler ve centilmenlikte üstlerine yoktur. Mutlu ve başarılı kadın ise daha da çarpıcıdır! Yıllar geçse bile onlarda iz bırakmaz; incecik, narin ve sağlıklıdırlar. Her an selülitlere karşı tedbirlidirler, vücut ölçüleri yıllara meydan okuyarak değişmeden kalır, mükemmel bir anne, iş kadını ve eştirler ve asla yakınmazlar.

Rejimlerle gelen "kalıcı şişmanlık"
Medyanın da pekiştirdiği bu baskılar, bize yeterince ince olamadığımızı telkin eder. Negatif bir beden algısı geliştiririz. Sonuçta zayıflamak bir ölüm kalım meselesi haline gelir ve gittikçe daha sağlıksız yöntemler denememize yol açar. Kilo problemi yaşayan pek çok insanın aklından - ne yazık ki - pek çok kez uygunsuz telafi yöntemleri geçmektedir ve pek kişi şöyle düşünmektedir: Bir şekilde -sağlıksız da olsa- zayıflayayım, sonra sağlıklı beslenerek kilomu kontrol altına alırım nasılsa. Ancak unutulan önemli bir ayrıntı; kilo kaybetmek uğruna pek az yiyerek metabolizma hızını yavaşlattığımızda, daha sonra ne kadar az yersek yiyelim kilo alacağımızdır. Kısa sürede verilen kiloların vücudun yağ dokusundan değil, kas ve su oranından kaybedildiği de çok yaygın olarak bilinmeyen önemli bir gerçektir.



Aneroksia ve blumia
Bazan yaşantımızın kontrolünü kaybettiğimizi hissederiz. Böyle zamanlarda diyet yapmak rahatlatıcı ve tatmin edici bir aktivite olarak karşımıza çıkar. Birkaç kilo verdiğimizde hissettiğimiz başarma duygusu çoğumuza tanıdık gelecektir. Kendimizi gözle görülür biçimde kontrol edebildiğimizi hissetmek hoşumuza gider. Bedenlerinde kontrol edebildikleri tek şeyin kiloları olduğunu hisseden genç kızlar için bu özellikle tatmin edicidir. Böyle anlarda diyet, kilo vermek için uygulanan bir yöntem olmaktan çıkar, tek başına bir amaç olur. Bu çizgi bazan hayatı tehdit eden ve yemek yiyememe rahatsızlığına, aneroksia nevrozaya kadar uzanabilir.

Ailemizin yetiştirme tutumları da yeme sorunlarıyla bağlantılı olabilir. Bireylerin fazlasıyla iç içe yaşadığı ailelerde bağımsız bir kimlik kazanma çabaları yeme sorunlarına yol açabilir. Bazılarımız başarılı olma konusunda ailemizin yoğun baskısını hissetmişizdir. Başarılı olamazsak ailemizin bizi sevmeyeceğinden, onları hayal kırıklığına uğratacağımızdan korkarız. Bu ve benzeri nedenlerle, ceza olarak kendimizi aç bırakabilir ya da olağan olmayan ölçülerde yemeğe düşkün olabiliriz. Duyguların rahatça ifade edilmesine izin verilmediği ya da sorunlar üzerinde konuşulamadığı aile ortamı kendimizi yalnız ve çaresiz hissetmemize yol açar ve bu duygulardan biraz olsun kurtulmak ve rahatlamak için yemek bir çare gibi görünür. Yeme sorunu olan kişiler genellikle olumsuz duygularını ifade etmekten kaçınırlar ve insanları memnun etmek için yüzlerine bir mutluluk maskesi takarlar. Sonunda, bastırılan bu olumusuz duyguları yatıştırmak için yemek yerler ve yediklerini çıkarmak, genellikle bu üst üste biriken duyguları boşaltmaya benzer bir rahatlama duygusu yaratır. Bu bozukluğa blumia diyoruz.

Çare var: Kararlılık ve bilimin desteği
Yukarıda değinilen "ideal" insan gibi görünmediğimiz için duyduğumuz suçluluk, bizi sakıncalı bir diyet yapmaya yöneltebilir. Bu diyet çoğu zaman başarısızlıkla sonuçlanır ve bu başarısızlık ise kendimize olan güvenimizi zedeler, irademizi zayıflatır. Kuşkusuz "mükemmel" olmak isteyen kişilerin hepsi yeme sorunu göstermemektedir ancak yeme sorunu olan çoğu kimsenin ortak özelliği mükemmelliyetçilikleridir. Bu kişiler kendilerini, akılcı olmayan, ulaşılması nerdeyse imkansız hedefler için zorlarlar. Peki ya kaçınılmaz başarısızlıkla karşılaştıklarında ne olur? Daha fazla suçluluk duygusu... Bu suçluluk duygusu öncesinde ya da beraberinde kendini reddetmeyi getirir ve bununla birlikte kendinden nefret etme, umutsuzluk, çökkünlük hisleri ağırlık kazanır. Bütün bunların ardından, kişinin kendi dışında belirli bir odağı olmayan bir öfke ortaya çıkar ve bu kötü durumda kişi doğal olarak kendini daha iyi hissetmek ister... Peki iyi hissetmeyi ne sağlar?... Evet, ne yazık ki. yemek yemek.


Yeme sorunu hangi nedenle ortaya çıkarsa çıksın, neredeyse hepimizde "duygusal yeme"ler, "tıkınırcasına yeme"ler ve "hiçbir şey yememe"ler şeklinde belirmektedir. Yeme sorunları ve bununla ilgili kaygılar, utanç ve güvensizlik duyguları tek başımıza başa çıkamayacağımız düzeyde olabilir. Yeme sorunu olan pek çok insan ya bu sorununun farkında değildir ya da nasıl yardım arayacağını bilememektedir. Önemli olan, risk altında olup olmadığımızı değerlendirmek ve kendimize uygun bir destek sistemi içinde bir uzmana danışmaktır.

Bu kısır döngüyü kırabilirsiniz! Dağ ne kadar sarp ve yüksek olursa olsun, yol onun üstünden aşar.


Yoksa rejimler şişmanlatıyor mu?
Prof.Dr.İskender ........

Bu yazıyı aslında ........in bir üyesi tetikledi. Söylediği, kelimesi kelimesine şöyleydi: "Biliyorum ki, ben rejim yapmasaydım, bu kadar kilo almayacaktım."


Aslında bilim adamları, 1940'lardan beri sert ve sağlıksız rejimlerin uzun vadede zayıflatmadığını, hatta şişmanlattığını biliyorlardı.

Kilo problemi olan çoğu insanın başından geçmiştir. Birkaç hafta, belki de birkaç ay sürecek bir "rejim"e başlanır. Ya gün, gün yenecek şeyler bellidir (Meselâ "Scarsdale Tıbbî Diyet"i), yahut da biraz daha serbest "değişim listeleri" vardır. "Bir kibrit kutusu büyüklüğünde beyaz peynir" veya "bir adet greyfurt" ezberlediğimiz tavsiyelerdir. Bazılarında ise ne yeneceği değil de ne yenmeyeceği veya ne zaman yeneceği söylenir (Atkins veya İsveç diyeti).,

Gayet de iyi gider rejim. Hızla kilo verilir. Derken mutlu sona ulaşılır. Baskül 5, hatta 10 kilo daha düşük göstermektedir. Gerçi kendimizi bitkin hissetmekteyiz, çikolata diye, tatlı diye, veya karbonhidrat rejimi ise patates, bir dilim ekmek diye kıvranmaktayız ama deymiştir. Aradan bir süre geçer. Ve eski kilomuza tekrar varırız. Daha da beteri, birkaç yıl sonra, eski kilomuzun da üstündeyizdir. Hiç olmazsa rejimden önceki hale geri dönmek ister ve yeni, daha etkili rejimler aramaya başlarız.

"Ah bende irade yok!"

"Ne güzel zayıflamıştım. Ama irademe hâkim olamadım. Tekrar oburlaştım ve işte buradayım." Kendimizi o kadar kabahatli hissederiz ki, genellikle yukarıdaki üyemizin vardığı ve aslında pek de doğru gerçeği görmeyiz. Acaba bu bizim değil de rejimin suçu olmasın?

Kabahat rejimlerde olmasın!

Aslında bilim adamları, 1940'lardan beri sert ve sağlıksız rejimlerin uzun vadede zayıflatmadığını, hatta şişmanlattığını biliyorlardı. Minnesota Üniversitesi'nde, Ancel Keys ve arkadaşlarının, 36 erkek üzerinde yaptığı ve 1950'de iki cilt halinde yayınladığı deney sert rejimlerin etkilerini ortaya koymuştu.

Minnesota deneyi

Denekler, normal beslenmelerinin yarısı kadar kalori aldıkları bir rejime tabi tutuldu. Bu, birçok sert rejimde yapılandan daha büyük bir kısıtlama değildir. Rejim biraz uzunca, toplam altı ay sürdü ve katılanlar vücut ağırlıklarının yaklaşık dörtte birini kaybettiler. Yani başarılı oldu. Öyle mi? Bir süre sonra, kaybedilen kilolar geri alındığı gibi, eski ağırlığın da ortalama yüzde on üstüne çıkıldı. Birçoğumuzun yeni rejim peşine düştüğü kiloya. Ancak epey sonra, ta baştaki kilolarına dönebildiler.

Kilo harici göstergeler de pek iç acıcı değildi. Birçok denekte, normalde aneroksia nervosa ve benzeri hastalıklarda ortaya çıkan belirtiler gözlendi. Yemekten başka bir şey düşünmüyorlardı. Ağır depresyona girenler oldu. 5- 6 binkalori gibi abartılı beslenme düzenleri geliştirenler, normal üstü kalori alınan öğünlerden daha bir saat sonra açlık çekenler, hastalanıncaya kadar yiyenler gözlendi. Rejim sonuna doğru 36 genç erkekten, kız arkadaşlarıyla ilişkisini devam ettiren sadece üç-dört kişiydi ve onlar da son derece isteksiz olduklarını, alışkanlıktan ötürü eski davranışlarını sürdürdüklerini söylüyordu.

Altı aylık rejim sonunda deneklerin bazal metabolizmasının yüzde kırk azaldığı ölçüldü. Bazal metabolizma, insanın, dinlenme halindeyken yaşamını sürdürmek için harcadığı enerji (kalori) miktarıdır. Bu düşüş, yukarıda belirtilen beslenme bozukluklarıyla birleşince, orta vadede neden kilo alınıp, eski kilonun üzerine çıkıldığı anlaşılıyor. Davranış bozuklukları da cabası.

Rejim değil hayat tarzı değişikliği

Minnesota deneyi değişik şekillerde defalarca tekrarlandı ve destekleyici sonuçlar alındı . .......in, "çözüm, rejim değil, hayat tarzı değişikliğidir" ilkesi bu gerçeklere dayanmaktadır. Vücutla zıtlaşmak, yenilgiyi garanti etmektir. Yüz milyonlarca yıllık evrim sırasında vücudumuzun kazandığı en güçlü mekanizmalarından biri kıtlığa karşı savunmadır. Enerji alımındaki beklenmeyen bir düşüş, bu savunma sistemini harekete geçirir. Bir taraftan vücudumuz enerji harcamada çok daha tutumlu hale gelirken, psikolojimiz ise her şeyi ihmal etmek pahasına beslenmeye odaklanır.

Peki bu bilgiler niçin yaygın olarak anlatılmaz?

Belki iş hacmi yüzlerce milyara ulaşan zayıflama endüstrisinin "yepyeni ve başarılı rejimleri" ve ardından aynı müşterilerin birkaç sene sonra döneceklerini bilmesi, kolay sırt çevrilecek bir kaynak değildir! Belki bu sebepten insanlar, hâlâ "falan rejim iki haftada on kilo verdiriyor, seninki haftada kaç kilo kaybettiriyor?" gibi sohbetlere prim veriyor.


Mucize diyetler! Haftada 4- 5- 7 kilo!
Haftada 4 kilo... Hayır 5 kilo. Mucize diyetle 7 kilo!

Daha çok yaz aylarında bu magazin haberleri gazeteleri doldurur. Diğer tarafta diyetisyenler, doktorlar haftada 0,5 veya 1 kg derler. Hangisi doğru? İkincisi daha sağlıklı bile olsa, biraz daha sıkıntı çekip diyet eziyetinin süresini kısaltamaz mıyız? Hadi bir kaç haftalığına sağlıktan da vaz geçelim. Olmaz mı?



Kilo vermek ne demek?

Doğru cevabı bulmak için önce “kilo vermek”le neyi kastettiğimizi bilmeliyiz. Kilo vermek sağlık için istenebilir. Hareketli olmak, “fit” olmak için istenebilir. Ama gelin kendimizi aldatmayalım; çoğunlukla görünüm için istenir. Kilo verme arzumuzun kaynağı ne olursa olsun, vermek istediğimiz şey, vücuttaki yağdır. Kas veya kemik değil. Görünüme de, sağlığa da hareketliliğe de olumsuz etki eden şey yağ fazlasıdır.

Bu noktayı belirledikten sonra “haftada kaç kilo?”nun cevabını da bulabiliriz. 1 kilo yağ 7600 kalori enerji sağlar. Diyelim ki siz, hiç ama hiç bir şey yememeğe karar verdiniz. Biliyorum bu imkânsız. Ama “diyelim ki” dedikten sonra öyle kabul edelim. Hiç bir şey yemiyorsunuz ve vücudunuzun enerji ihtiyacının tamamı vücut yağlarını yakarak karşılanıyor. Haftada kaç kalori harcıyorsunuz? Bu sorunun cevabı da “Tahminî Enerji İhtiyacı” yazımızda var. Yaşa ve cinsiyete göre sonuç biraz oynuyor ama hareketsiz bir kadının bir günde harcadığı kalori 1800, bir erkeğin ise 2400 civarında. Bu sayıları 7 ile çarparsak, kadının haftada 12 600, erkeğin 16 800 kalori harcayacağını buluruz.



Kaç kalori kaç kilo?

Gelin bu harcamayı kalori değil de kilo yağ cinsinden ifade edelim. Kadın 1 650 gram, erkek 2 200 gram yağ yakmaktadır. Ölüm orucunun sonucu! Bulduğumuz bu fantezi rakamlar bile bir şeyi açıkça gösteriyor: 4 kilo, 5 kilo, 7 kilo reklamları kesinlikle doğru olamaz. Eğer kaybedilen yağ ise.

Aslında yukarıdaki hesabımız da yanlıştır. Çünkü muhteşem verimli bir makine olan insan vücudu ölüm orucu gibi bir “kıtlık” sinyalini alır almaz, dinlenme halindeki enerji sarfiyatını %40'a kadar düşürür. Dolayısıyla yukarıdaki yağ kayıp miktarları 1 kilo civarına iner.

Bu mantık zincirine okulda “olmayana ergi” derlerdi. Ölüm orucu da hiç olmayacak bir şey ve o bile bize “mucize diyet”in sonucunu vermekten çok uzak.



Ben daha ilk gün 2 kilo vermiştim!

Şimdi çarpıcı soruya gelelim. Ya... Öyle mi? Peki ben kaç defa diyet yaptım. Gerçi sonra verdiklerimi (fazlasıyla) geri aldım ama; baskülün daha ilk günden 2 kg az gösterdiğini gözlerimle gördüm! Buna ne diyeceksiniz bakalım. Veya, “Bir yanlışınız var. Ben falanca diyetle haftada 4 kilo vermiştim. Nasıl oluyor?”



Eğer kaybedilen yağ ise

Bu soruların cevabı yukarıda yazdığımız kısa bir cümlede saklı: “ Eğer kaybedilen yağ ise. ”

Evet doğru tahmin ettiniz. O rejimde, diyette verdiğiniz yağ değildi. O halde geri aldığınıza da o kadar üzülmeyin. Çünkü zaten vermediğinizi geri aldınız. (Biraz fazla iyimser bir ifade bu! Okumaya devam edin.)

“Şok diyet”lerden birine başlayan önce sindirim sisteminde bulunanları kaybeder. Bu basit bir olaydır. Dün toplam 3 kg besin tüketmiş, bugün de tüketimi 1 kg'a düşürmüşseniz aradaki fark, sindirim sisteminden, üriner sistemden ve hatta deriden katı veya sıvı olarak atılacaktır. İlk iki kilo buradan.

Maalesef, kaslarımız enerjiye ihtiyaç duyduklarında ilk katkı yağlardan gelmiyor. Kasların içinde, glikojen dediğimiz ve bol miktarda su ile birlikte bulunan hazır enerji depoları var. Enerji dengesi açık verdiğinde, ilk başvurulan kaynak bu glikojendir. Glikojen harcandığında yan ürün olarak bol su çıkar ve bu dışarı atılır. İşte size birkaç kilo daha. Sonra sıra kasın kendisine ve yağa gelir.

Fakat ilk ölçtüğünüz kayıp sindirim sisteminin ve glikojenin kaybıdır.

Turumuzu tamamlayalım: Hafta bitti veya vücudunuzun haklı isyanına kulak verdiniz. O harika rejimi bıraktınız. Tabiî önce sindirim sistemi dolar. 1-2 kg alırsınız. Sonra vücut kaybettiği suyu ve kaslar glikojeni yerine koyar. Fakat vücudunuz da kıtlık sinyalini almıştır ve eskinin altında enerji harcamaktadır. O zaman fazla gelen besin yağ dokusunda depolanır. Öyle ki tekrar kıtlık çıktığında yedeğiniz bulunsun. Ve tur tamamlanır. Eski kiloda veya üzerindesinizdir. Ama biraz daha az kas ve biraz daha fazla yağla.


_________________


Aktif Üye
Aktif Üye
 
Yaş: 39
Kayıt: 30.11.2006
Mesajlar: 105
turkey.gif
 (Başlık yok)
 Sal 12 Arl, 2006 09:33
Alıntıyla Cevap GönderSayfa SonuBaşa dön

tşk ederim başak gerçekden bu gönderdiklerin işimize yarıyacak, ben bu sitye üye olduktan sonra inanın psikolojim çok değişti olumlu yönde iyiki varsınız arkadaşlar ...

_________________
Image

Yeni Üye
Yeni Üye
 
Yaş: 48
Kayıt: 24.04.2006
Mesajlar: 11
Şehir: ankara
turkey.gif
 (Başlık yok)
 Sal 12 Arl, 2006 10:20
Alıntıyla Cevap GönderSayfa SonuBaşa dön

başak çok teşekkür ederim.hayatımda okuduğum en güzel yazılardan birisi.aşağı yukarı doğruluğunu düşündüğüm şeyleri öyle güzel toparlamış ki.okurken içime bir huzur doldu.ve anladım emek harcayarak sabırla ve bu yaşam tarzını benimseyerek yaşayacağız.kilolu olmamız tamamen bizim suçumuz değilmiş.işte bunun farkına varmak
belkide yaşam akışımızı değiştirecek.umutsuzluk benim hemen hemen hergün yaşadığım bir duygu.kendinden nefret etmek sabah uyandığında ynaya bakmak istememek uzun zamandır birlikte olduğum bir his.fakat bir türlü zayıflamayı becerememiştim.fakat bu sefer olacak ....çünkü çok desteğim var.diyetisyenim ,çok sevdiğim nejmettin abim ve diyet kardeşliği.


Aktif Üye
Aktif Üye
 
Yaş: 62
Kayıt: 19.10.2006
Mesajlar: 130
blank.gif
 (Başlık yok)
 Sal 12 Arl, 2006 11:28
Alıntıyla Cevap GönderSayfa SonuBaşa dön

Yazılarınızı gözlerim nemli okudum, şu anda da çok duyguluyum sevgili arkadaşlarım.
Bu iş anlık bir iş değil, bir ömür işi..Bunu kabullenir ve yeni hayatımıza uyum sağlayıp sevebilirsek..ki, inanın yapılıyor, ben yapıyorum, yapmaya çalışıyorum ve çok daha mutlu olduğumu hissediyorum; işte o zaman düğümler tek tek çözülüyor sevgili kardeşlerim..
Yürekleriniz hep sevgi,umut ve güzelliklerle dolsun..
sizleri seven bir yürek.. Razz

_________________
[b]http://hayateylul.blogcu.com[b]

Aktif Üye
Aktif Üye
 
Yaş: 42
Kayıt: 06.11.2006
Mesajlar: 167
Şehir: İzmir
turkey.gif
 (Başlık yok)
 Sal 12 Arl, 2006 18:08
Alıntıyla Cevap GönderSayfa SonuBaşa dön

Şimdi bunları okuyunca isyan etmek geldi içimden, neden mutlu olduğumuzda yada üzüldüğümüzde ilk aklımıza gelen yemek oluyor? Sad Sad Sad Sad Question

_________________
asla asla demeyin..
BİRGÜN MUTLAKA oluyor..
Image

Üye
Üye
 
Yaş: 43
Kayıt: 24.08.2006
Mesajlar: 47
blank.gif
 (Başlık yok)
 Çar 13 Arl, 2006 08:23
Alıntıyla Cevap GönderSayfa SonuBaşa dön

Sevgili Başak, kendimi ve aklımı biraz toparlayayım ben de yazacağım....

_________________
http://karpuzzz.blogspot.com/

Site Yöneticisi
Site Yöneticisi
 
Yaş: 45
Kayıt: 15.04.2006
Mesajlar: 483
Şehir: İstanbul
turkey.gif
 (Başlık yok)
 Çar 13 Arl, 2006 19:48
Alıntıyla Cevap GönderSayfa SonuBaşa dön

Şişmanlığın bir hastalık olduğunu bir kes daha kabullendim.
Fakat ilginçtir nedense iyileşmek için sadece "irade" gerekiyor.
Diğer hastalıklar pek bahsedildiğini duymuyoruz irededen. Ama konuştuğumuz konu obezite ise ŞAK! karşımıza çıkıyor.
Açlık ve tokluk duygumu tanımaya çalışıyorum hala, hala, hala!

_________________
[email protected]

Üye
Üye
 
Yaş: 58
Kayıt: 09.12.2006
Mesajlar: 42
turkey.gif
 (Başlık yok)
 Çar 13 Arl, 2006 23:02
Alıntıyla Cevap GönderSayfa SonuBaşa dön

irade değil.
sadece sabır gerekiyor..

_________________
Skype Adı: tunisnowboarder
Ulaşabilirsiniz...

Site Yöneticisi
Site Yöneticisi
 
Yaş: 45
Kayıt: 15.04.2006
Mesajlar: 483
Şehir: İstanbul
turkey.gif
 (Başlık yok)
 Çar 13 Arl, 2006 23:50
Alıntıyla Cevap GönderSayfa SonuBaşa dön

Haklısın ,
İrade ve sabır ikisi de gerekiyor desen daha doğru olurdu.

_________________
[email protected]

Aktif Üye
Aktif Üye
 
Yaş: 62
Kayıt: 19.10.2006
Mesajlar: 130
blank.gif
 (Başlık yok)
 Per 14 Arl, 2006 04:42
Alıntıyla Cevap GönderSayfa SonuBaşa dön

Sevgili Auryn,
Eğer şu "Yaşam biçimi haline dönüştürmek" denen kavramı kabul edip özümseyebilir ve "Diyet psikolojisi" denen aç gözlü mikrop (afedersiniz..) tan kendimizi kurtarabilirsek
ve de en önemlisi EGZERSİZ'i (en bedavası, her açıdan yürüyüş..) hayatımıza sıkı sıkıya oturtup, yerleştirebilirsek, işler epey bir kolaylaşıyor gibi geliyor bana..
Yoksa, gün geçtikçe bu arazinin nasıl bir bataklık olduğunu daha bir anlayıp, ürkmemek elde değil ve bunu bu psikolojiyi yaşamıyan insanların anlaması da çok zor maalesef!..
Kolay gelsin, arkadaşım, hepimize..
Sevgimle..

_________________
[b]http://hayateylul.blogcu.com[b]

  « Önceki başlıkArkadaşına Haber VerBu konuya bakan kullanıcıları listeleDosya olarak kaydetPrintable versionSonraki başlık »

   

Bu konuya bakanlar:0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 0 Misafir

Çevrimiçi olanlar: Yok

 Forum Seçin:   

Telif Hakkı CC, Diyet Kardeşliği. Bazı Hakları Saklıdır.
Telif Hakkı © 2006, 2020. Diyet Kardeşliği orijinal fikri Elif Sami'ye aittir.